5 Haziran 2010 Cumartesi

Kul Hakkı’nın Dedikleri

Kul Hakkı’nın Dedikleri

Öylesine sıradan bir günde, sıradan işlerle uğraşırken; “aklımın ucundan geçmezdi” diyebileceğim fikirler, adeta gelip beynimin tam ortasına oturuverdi. Elbette ki bunda Kul Hakkı’nın payı büyüktü.

Kul Hakkı’yla geç tanıştık. Her gün O’nun farklı bir yönünü öğreniyorum. Çok değişik geliyor bana ve de çok ciddi. Hani hiç şakası yok yani. Bazen biraz esneyemez mi, biraz hayatı hafife alsa ne olur diyorum. Bana mısın demiyor. Eğer onun istediği gibi davransam hayattan zevk alamaz hale geleceğimden endişe ediyorum. Bununla da kalmıyor. O’na, dikkat edip davranışlarımı ayarlamak çok zor. Beklentisi çok yüksek ama eğer istediği gibi biri olursam hayatımda olumlu çok değişiklik olacağı da işin albenisini oluşturuyor. Neyse fazla uzatmadan Kul Hakkı’nın sözlerini birer ikişer paylaşmak istiyorum.

Bir gün karşıma şöyle bir sözle çıktı:

-"İmandan sonra en mühim ve en lâzım âmal-i salihadır. Salih amel ise maddî ve mânevi hukuk-u tecavüz etmemekle, Hukukullah’ı da bihakkın ifâ etmekten ibarettir." (Mesnevi-i Nuriye) Ne diyorsun sen ya! Dercesine ağzım açık bakakaldım. Sözlerine kısa bir aradan sonra devam etti. “Bir insanın padişaha karşı iki çeşit isyanı olur. Birincisi, onun zâtına cephe almak, emirlerine isyan etmek. Diğeri ise, padişahın raiyetine zarar vermek. Birincisi Hukukullah’a, ikincisi ise kul hakkına misâl.

-Biraz anlar gibi oldum. Yani biz sadece Allah’a değil insanlara karşı da sorumluyuz.

-Evet, ama dahası var.

-Dahası mı?

-Tüm canlılara…

Neyse sonra konuşalım deyip, düşüncelere daldım. Kiminle ne yaşadım. Nerde ne yanlış yaptım. Tek, tek hatırlamaya çalıştım. Bazı, bazı vicdanımın sızladığı oldu. Birkaç gün sonraydı. Önceki sözleri hatırlattı. Biraz daha açıklama istedim. Anlatmaya başladı.

-“Allah’ın kul üzerindeki en büyük hukuku: İman. Kul, kendisini yoktan var eden Rabbine imanla mükellef. Bunu "tevhid" takip ediyor. Allah’ı bir bilmek kul üzerinde İlâhi bir hak. Nitekim Allah’a şirk koşmak affa girmiyor. “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." (Nisa Suresi, 48.) Hukukullahın üç mühim şubesi: Tesbih, hamd ve tekbir. Yâni, Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih, bütün medih ve senânın ancak O’na lâyık olduğunu ilân ve O’nun sonsuz kemalinin, kulun idrak sahasına girmekten münezzeh olduğunu itiraf etmek. İlâhi san’at ve hikmetleri tefekkür etmek, nimetleri şükürle karşılamak da Hukukullah cümlesinden. Hukuk-u ibad, yâni "kul hakkı" geniş bir mefhum. Kulun bedenine ve mâlına yapılan tecavüzler maddî hukuk, kalb ve ruhuna verilen zararlar ise mânevi hukuk olarak değerlendirmeli.” Peki, hakkın büyüğü küçüğü olur mu? diye sormak istedim. Fakat sanki cevap hazırdı ve sözler adeta önüme beynimdeki soru sırasına göre diziliyordu.

-Allah Rasûlü (aleyhiekmelü’t-tehâyâ), hayat-ı seniyyeleri boyunca, sürekli insan hakları üzerinde durmuş; bunların büyüğünün önemini ihtar etmiş, küçüğünün de hakir görülmemesini hatırlatmıştı; O “Küçük, küçük görüldüğü sürecek küçük değildir.” diyor, büyüklerin çiğnenmesini de Allah mehafet ve mehabetinin serhatleriyle engellemeye çalışıyordu. (İslam’da İşçi Hakları ve İşçi-İşveren Münasebetleri/Kırık Testi) Tabi şunu da söylemeden geçemem; "Kim bir nefsi, kısas yahut yeryüzünde fesat çıkarma sebeplerinin biri olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir." (Maide Sûresi, 32.) mealindeki âyet-i kerimenin tefsiri sadedinde Üstad Bediuzzaman Hazretleri, şu enteresan beyanda bulunur: "Bir mâsumun hayatı, kanı, hatta umum beşer için de olsa heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir." (Sünuhat) Yâni, Allah’ın sonsuz kudretine nazaran bir insan yaratmakla bütün insanları yaratmak arasında fark olmadığı gibi, O’nun sonsuz rahmet ve adaleti noktasında da bir insanın katli ile bütün insanların katli arasında fark yoktur. Dolayısıyla yapılan haksızlık ufak tefek diyerek es geçilemez. İnsanoğlu her nasılsa, başkalarının hakkını çiğnerken o insanların Allah’ın kulu olduklarını unutuyor. "Ben Allah’ın bir kuluna zulmedersem O’nun kahrına hedef olurum" diye düşünemiyor. Aslında bu hakikat, "herkesçe kolayca anlaşılabilmeli" diye geliyor insanın aklına. Çünkü kime sorarsak kendisini de diğer insanları da Allah’ın yarattığını söyleyecektir. Ama iş münakaşaya döküldü de nefis kalbe, hissiyat akla hâkim oldu mu, artık kulluk unutuluyor, adalet unutuluyor, âhiret unutuluyor.

Kul Hakkı sözleriyle beni mest etmişti. Neler anlatıyordu böyle. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Onunla konuşurken sanki bir başka dünyaya kapı aralıyordum ve habire gelecekteki yaşam tarzım üzerine kararlar alıyordum. Diğer bütün varlıklarla iyi geçinmek artık tek derdim olacaktı. Bu oldukça zordu. Fakat zoru başarmalıydım. Kul Hakkı anlattıklarında çok ciddiydi, şakası yoktu. Onu henüz tam anlamıyla tanıyamamış olduğumu biliyordum. Eğer onun bütün yönlerini kavrarsam, gelecekteki yaşamım adına çok iyi olacaktı. Ondan öğreneceğim çok şey olduğunu düşünüyordum. Artık elime belime dilime sahip olacaktım, çünkü kul Hakkı bana bir ara şöyle de fısıldamıştı. İslam; sulh, selâmet ve huzur bulma, Allah ve Rasûlü’nün bildirdiklerine tâbi ve teslim olma, salim ve emin bir yola girerek selâmete yürüme, herkese hatta her şeye güven vaad etme ve hiç kimseye hiçbir şekilde rahatsızlık vermeme manalarına gelir. (İslam’da İşçi Hakları ve İşçi-İşveren Münasebetleri/kırık testi)

Bir gün hiç mi kurtuluş yok. Yani ille de hesap görülecek mi. Hani zayıf da olsa… diye sormuştum. Maksadım bir açık kapı bulup biraz nefes almaktı. İşin ciddiyetinden bunalmıştım. Biraz durdu sonra kelime, kelime anlatmaya başladı.

-İyi dinle beni. "Kaçmayarak, yalnız Allah’tan sevap bekleyip sabrederek, düşmana karşı durduğun halde öldürülürsen, borçlarından başka bütün günahlarına kefaret olur. Bunu bana Cibril söyledi." (Müslim) Bu Hadis-i Şeriften çok önemli bir hakikat dersi alıyoruz: Şehitlik kul hakkını kaldırmıyor. Allah yolunda canını veren bir mü’min bunun büyük mükâfatını görmekle birlikte, kullara olan borçlarından kurtulamıyor. Zira kul hakkının affını Cenâb-ı Hak kula bırakmış. Samimi tövbe eden bir mü’minin de geçmiş günahları affolunuyor, ama kul hakkı bu affa da girmiyor. “Tövbekâr olanlar hakkında Hukukullah dâvâsı takip edilmez. Ancak hukuk-u şahsiye dâvâsı kalır." (Hak Dini Kur’an Dili) Çok etkilenmiş susup kalmıştım. Daha anlatacakları vardı. Başımla işaret edip devam etmesini istedim.

-"Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur." (Buharî, Müslim) "Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır." (Müslim) Meselâ, gıybet eden bir insan gıybet ettiği bir kimseden helallik almadıkça bu cürümün ağır cezasından kendini kurtaramaz. Elimle yeter işareti yapıp susturdum dinleyecek gücüm kalmamıştı. Söylediklerine bakılırsa batmıştım. Bari bundan sonra kendimi düzeltmeliyim ve helalleşmeliyim tüm geçmişimle, diye bir karar aldım içimden. Kul Hakkı gözden kaybolmuştu kim bilir bir daha ne zaman gelirdi?

Not: Bu yazıda www.herkul.org sitesinden yararlanılmıştır. Kul Hakkı’nın konuşmaları www.risaleforum.org sitesinden alıntıdır. Allah hazırlayanlardan razı olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder