8 Haziran 2010 Salı

Mızıkanın Notaları.

“Sahildeyim. Deniz sakin, hava durgun ve bunaltıcı. Elimde kitap, gözüm ufukta, aklımda başka hülyalar. Kâh mazinin karanlık dehlizlerinde kayboluyorum kâh hayaller kuruyorum geleceğe dair. Arada, kitabın sayfalarında kaybediyorum kendimi. Güneş kızıl gölgesini denize yaymış batıya göç etmekte. Balıkçı tekneleri birer ikişer karanlığa açılıyorlar. Martılar akşam çöplerini tüketmekte. Bir sessizlik çöküyor yeryüzüne beklenmedik. Tüylerim ürperiyor, tedirgin tavırlar takınıyorum. Her yanımdan sarıyor yalnızlık, üşüyorum. Ufuk çizgisini zorluyor gemiler. Birazdan ümitlerimi alıp, kaybolacaklar gözden. Ay, yeni hilal. İşte, akşam yıldızı da yerinde duruyor. Donuk, donuk bakıyor yeryüzüne, hislerini yitirmiş gibi. Ne kadar genişsin gökyüzü ne kadar derin.
Bir evsiz ilişiyor gözüme. Sakin adımlarla ilerliyor. Uzakta seyreden gemiler gibi. Yalnızlık denizinin gemisi... Üşüse de geceleri, sarılıp hayata ısınıyor. Bulanık bir resim, yürüyor gözlerimin önünde. Elinin tersiyle itip dünyayı, bilinmezlere gidiyor. Bizlere bırakıyor acıları ve sevinçleri, her neye dairse. Sonra kayboluyor gözden. Kalkıp yürümek istiyorum. Bir ağırlık üzerimde, izin vermiyor. Sokak lambasının ışığında kitabımın sayfalarını karıştırıyorum. Yazar bana sesleniyor. “Sevgili dost unutma beni” unutulmuş ve unutmuş dostlar geliyor aklıma. Neredeler şimdi? Vefasızlığımın tanıkları. Sebepleri yalnızlığımın. Her biri ayrı değer; paha biçilmez. Her biri kurbanı, ayrılıkların. Gelseler de ben yokum. Gitsem yoklar. Gözlerimi karanlıktan alıp kitabın sayfalarına çeviriyorum yeniden. Parmaklarım sayfaların arasında geziniyor. Gözlerim aradığını bulmak istiyor. Hırslı. Tüm ışığını süzmüş gecenin. İşte bu olmalı aradığı “Sevgili dost Allah’ın da sınırları var.” Bir müddet zaman duruyor. Gözlerim çakılıp kalıyor sayfada. Ürperiyorum. Yankılanıyor sözler. Allah’ın sınırları var sevgili dost. Sınıra ne kadar yaklaştım? Hiç zorladım mı sınırı? “Sevgili dost, Bulunduğu durumu farkında olmamak, her durumdan daha kötüdür.” diyor yazar. Geçmişin izlerine basıp ayaklarımı, hallaç gibi ayırıyorum, iyilerimi kötülerimden. Geride kalan hayal kırıklığı. Sınır boylarında gezmekten Yaratan’a sığınıp doğruluyorum yerimden. Eve gitmeliyim.
Hızlı adımlarla yürüyorum. Sınırlar, geçilmemesi gereken sınırlar vardı. Aklım sancılanıyor. Ruhuma kramp giriyor. Daha da hızlanıyorum. Bulutlar boşaltıyor içini. Islanıyorum. Aldırmıyorum. Bir ben varım dışarıda, bir de birkaç sokak kedisi. Birileri yaklaşıyor. Kaçmalı mıyım? Evet. Arkamı dönüyorum. Koca bir duvar karşımda duruyor. Sağıma dönüyorum aynı duvar. Solum da aynı… Neler oluyor? İki el, iki kolumdan tutuyor. Ayaklarım yerden kesiliyor. Bir iğne acımasız... Ve karanlık.
Gözlerim yavaş, yavaş aralanıyor. Işık gözlerimi alıyor. “İyi misin?” Diyor. Elimi tutuyor. Tanımıyorum. Beyaz önlüğünden doktor olduğunu anlıyorum. “Bahçede yaptıkların bizi korkuttu.” Diyor. “Neden yağmura rağmen içeri girmedin?”
Dışarı bakıyorum. Karanlık, yağmur yağıyor. “Bitirsene oğlum yemeğini, nerelere daldın yine? Nereye bakıyorsun?” diyor annem. “Tamam, anne dalmışım.” Deyip elimle karanlık sokağı gösteriyorum. “Karanlık, alıp götürüyor beni, korkutuyor.” Diyorum sessizce. Yemeğe dönüyorum ama aklımdan gitmeyen sözleri var yazarın: ”Ah, okullarda ‘beden eğitimi’ dersi varda neden ‘ruh eğitimi’ dersi yok. Sağlam kafa sağlam vücutta, doğru. Sağlam ruh nerede bulunur acaba?”
Mızıkayı çalmaya devam ediyorum. Ruhuma iyi geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder